Bu yazıda sırasıyla günlüğün neden yazıldığı, bulaşın nasıl geliştiği, günlerin neler getirdiği, kullanılan ilaçlar ve en sonunda özetle edinilen tecrübeler bir de tavsiyeler paylaşılmıştır.   05 Ocak 2021, Nevşehir.

 ____________

Neden Günlük?

– Muhabere olmadan muharebe olmaz, diyorlar. Madem ki topyekün, sinsi ve uluslararası bir düşmanla karşı karşıyayız… Madem ki türlü türlü iddialar var… Madem ki tecrübe edinenden duymaya ihtiyaç var, yazdım. Günlükler tarihçinin kaynaklarındandır. Sadece kayıpların çetelesini tutmaktansa ilaçlara, duygulara, durumu kurtaran tavra, mekandaki havaya da yer verip tarihe not bırakmak istedim. Tarih yazarken, yazıcılar mutlaka savaş günlüklerini de dikkate alırlar. Çünkü günlük, olayın meydana geldiği zamana hatıradan daha çok daha gerçekçi nüfuz eder. Üstelik, savaşırken günlük tutmak herkesin aklına gelmez. Fakat bunu birileri düşünmeli.

______________

Korona Cephesine Nasıl Düştüm?

– Eşimi ve çocuğumu Sarılar’a (Nevşehir) bıraktım. Annemiz, kaynanam Kayseri’de ameliyat geçirdi. Çok şükür taburcu oldu. Nevşehir’de köyünde. Kızımla eşim, kaynanam, kayınbabam birlikte kalacaklar. Ben de Mersin’e gidiyorum. Babamız, babam, yüksek tansiyondan sebep beyin kanaması geçirdi. Varışımın ertesi… üçbeş günde hastaneden taburcu ettik. Şükür, tüm aile tüm kardeşler evdeyiz. Fizik tedavisi sürüyor. Sağ yanındaki felç durumundan kısmen kurtulup ayakları yere basabiliyor, sevinçliyiz. Mersinde 11. günüm. Sırtımda, belimde kırgınlık var. O güne kadar, hastane temasımdan beri, evin içinde maske takmayı ihmal etmemeye çalışıyorum. Aklıma korona geliyor, gidiyor. Temkinli olmaya çalışıyorum. O gün kas sırt ağrısı iyiden iyiye kendini gösterdi ve şikayetlendim. Annem, ablam, abim bu kırgın duruma bir çare oluruz niyetiyle kal diyorlar. Gitme, bakalım, iyi ol öyle çık yola. Pimi çekilmiş bomba olsam elleriyle tutacaklar, akıllarına bir tek ben geliyorum. Benim aklıma herkes. Başka zaman olsa kalırım. Bu sefer farklı. Kendimi Nevşehire, eve tek başıma atmaya karar verdim bir kere. Covidlilik durumunda herkesten izole etmiş olacağım kendimi. Sıradan bir grip, soğuk algınlığı var havasında akşam saat sekiz buçuk gibi eve girdim. Tez zamanda sürüntü vereceğim, testi yaptırmam farz artık. 21 Aralık Pazartesi. Evde tekim. Ağrı sızı… sabah ezanına kadar uyudum uyumadım hatırlamıyorum. Ezan vaktinden sonra birkaç saat uyku iyi geldi, ferim geldi.

-Virüsün nerede bulaştığını tam olarak kimse bilemez. Görsen, zaten bulaştırmazsın. Yine de belanın gelip sizi bulması durumunu, Kızkalesi hikayesindeki gibi kralın koruyup kolladığı kızını incir sepetinde gelip denizin ortasındaki kalede bir yılanın sokmasına benzetebiliriz. Hayatı riskleriyle kabul etmek zorundayız. Tek yapmamız gereken şey yine de tedbirli olmak. Riskleri riskle azdırmamalı.

______________

22 Aralık 2020, Salı:

Aile dostumuz Dr. Hediye U. Bakındı’yı aradım. Devlet Hastanesinde Covid Acil bölümüne CoVn-19 şüphesiyle ve belirtisiyle gidenlere test yapılıyormuş. Tam öğlen vakti sayılır, sürüntümü verdim. PCR testi için 48 saate kadar yolu var, beklemek gerekiyor.

Eve geldim. Testle birlikte her ihtimale karşı toplumla teması kesiyorsun. Serinim, sakinim. Test sonucu pozitif çıkmayacak diyerek kendimi şartlandırıyorum. Bir an önce karımı ve kızımı görmek istiyorum.

İnsanın dertleri akşam olunca azarmış derler. Hakikaten, akşam olmaya yakın sırtıma aşağıdan yukarı saplanan öyle feci bir ağrı başladı ki… Durumu, iyimser halimiz kurtarıyor. Geleneksel olarak, en zor zamanda “şükür iyiyim” deme alışkanlığı işe yarıyor yani. Kendini tartıyorsun ve iyi olmak için şartları o denli hafife almıyorsun. Hastalık insan için. Bu ne ki? Neler var neler!

Ağrı sızının üstüne ateş de geldi. Bu gece çetin… Sabahı getirmek için, uyumadım sanırım. Elimin altında ılık suyunu tazelediğim bir tasla ıslak havlu. Havluyu elimden düşürmedim desem yeridir. 38,7yi gördüğümü hatırlıyorum. Ilık suyla duş aldım. Kendimi salmadım. Kulaklarım da çınlıyor. Beni anıyorlar diyorum. Sabah ezanı vaktinde yatağa girdim, çok hafiften titriyorum. Kalktım, ıslak havluyu kaptım ve alnıma dayadım. 37 C sıcaklıkla en az 3 saat uyuyakalmışım. Tüm bunlar olurken, “nasılsın” diye sorulsa cevabım yine “şükür iyiyim” gibi asıl durumu yansıtmayan bir tavırla geleneksel olacaktı herhalde.

_____________

23 Aralık 2020, Çarşamba:

Saat 10 olmadan kalktım. Bir bardak süt içtim. Su içtim. Çok geçmedi, mesaj geldi. Arkasından telefon. PCR testim pozitif. Böylece 10 günlük karantina başlıyor. Tedavi süreci evde devam edecek. Önceki gecenin rahatsızlık hallerinden, korona testimin pozitif çıkacağı sinyallerini vermişti aslında. Hissettiğim gibi oldu. Çok rahatım. Hastalığın beter hallerine dair zihnimde hiçbir izdüşüm yok. Üstelik uykudan sonra kendimi iyi hissediyorum. Bir tek boynumun bittiği yerden tırmalayan bir ağrı var. Ruh halim çok sağlam. Parola, her şeyi kaybet neşeni kaybetme!

Cancağızım… Halimi yoklamak için bugün daha erkencisin. Ben her seferinde iyi olduğumu sezdirmeye çalışıyorum. Hissettin sanırım karım, canyoldaşım. Aradığın, test sonucu bana bildirildikten hemen sonrası. Geçecek geçecek. Geçecek hatunum. Bugünün en besleyici gıdasını aldım bile. Henüz dördünü bitirmeyen kızımıza telefonda virüse yakalandığımı, bir süre daha yanlarına varamayacağımı anlatıyordum ki bana: “İster geçsin ister geçmesin (bulaşırsa bulaşsın), ben bugün seninle yatacağım baba!” dedi. Bu ilaç gibi bir şeydi. Annesiyle de gülüştük, güldük.

Öğleden sonra sağlık ekipleri aradı. Evi tarif ettim, apartmanın altındaki sokakta durdu ekibin arabası. Filyasyonun, İngilizcesiyle filiation, “bir unsuru veya unsurları ortak kaynak veya kökle ilişkilendirmek” olduğunu biliyorum fakat refleksif olarak filmasyon ekibi demek geliyor içimden. Bilimkurgu bir sahnenin figüranı gibi değil miyiz ne de olsa! Aşağı çağırdılar. Bir kutu Favimol 200 mg verdiler. Geçmiş olsun dileklerinin üstüne, yine eve çıktım. Gittiler.

Öğleden sonra. Yine akşam olacak ya, dert azacak belli. Sabah ağrıyı gövdemde karşıladığım yerden, boynumdan belime ağrı var. Akşam olmadan kulağıma, kulağımın kıyısına, başıma, alnıma kadar yayıldı. Sanki başım bir tencerenin içinde, tencere de mengene içinde sağdan soldan baskı yapıyor hissi var. Sekiz öğlen, sekiz akşam 16 tablet favimolun üstüne halihazırda elde olanlardan bir Etolax 500mg bir de Benexol B12 250mg vitamin tableti yuttum. İlk gün ağrı kesici olarak Parol aldım pek faydasını görmedim. Bugün bir A-ferin 500mg  tablet deniyorum. Gece yarısı sırtım koltuk köşesine yaslı vaziyette, ışıklar da açıkken birkaç saat sızmış kalmışım. Sabah, 4ü biraz geçiyor. Kalktım ve yeniden yatmam için nerdeyse 1 saat kadar geçti. Limonlu sıcak su içtim ve üstüne çok hafif ateşle tekrar uyuyabilmişim.

____________

24 Aralık 2020, Perşembe.

 Korona cephesinde 3. Günüm. 

Bugün, PCR testimin pozitif çıkmasının üstünden geçen ikinci karantina günüm. Hafif baş ağrısı ile uyandım. Allahtan evvelki gece Aferin yutmuşum. Faydasını kesin gördüm. Sabah ezanını duyana kadar ( yaklaşık 07ye 10 kala) rahat uyku çektim. Başka zaman olsa bu namaz kılınırdı. En sevdiğim vakit. Canım hiç istemedi. Tembelliğim öyle ağır ki… Fakat iman edenler Rabblerini her yerde anarlar. Artık, köşe yatağına çevirdiğim koltuk köşesinde, tek kişilik ilahi bir monolog geliştirdim. İnsanın kalbiyle kendi arasında duran Allahı bulmak için bedenden uzaklaşıp aramaya ne hacet! Uyumuş kalmışım.

Sekiz buçuk gibi yeniden uyandım. Kendimi iyi hissediyorum. Can boğazdan gelir deyip yedim içtim. İlaçlarımı aldım. Herşey iyi gidiyor gibiyken ikindi suları burnum kurumaya başladı. Burun deliklerimin açık olduğu kesin fakat kuruluk hissi burnu baştan aşağı iptal etmeye yetiyor. Nefes almak için mecbur ağzımı açıyorum.  Bu kez ağzım kuruyor. Islansın diye su içiyorum, karnım şişiyor. Patlayacak gibi oluyorum. Dinlenmek mi yoksa rahatça nefes almak için evin içinde yürüyüş mü yapmalı? Az yürümedim! Sık sık burnumu yıkadım. Ilık su sanki nefes açıyor, duş aldım. Biraz hafifletti, çaresiz burnum ağzım yine kupkuru. Böyle böyle geceyarısını ettim. Biraz zeytinyağı, isot, sumak, kuru kekik, nar ekşisi karıştırıp ekmeğimi bandım. İşe yaradı, açıldığını hissedip, burnumdan soluk alabildim. Dünya varmış.

_____________

25 Aralık 2020, Cuma.  

Korona cephesinde 4. Günüm. Karantinanın 3. günü.

Dün gece evin içinde bildiğin yürüyüş yaptım. Solunum güçlüğü çekiyorum mu çekmiyorum mu; boğulur gibi oluyorum mu olmuyorum mu anlamak için erkekliği kasa kasa uyumuşum. Halim kötü idiyse bile kuruntudur deyip bunalımı atlatmak için telkin yolunu seçmek işe yaradı belki de. Ezan vakti uyandım, sonra yine uyudum. Kalk yat, geçti zaman. Zor nefes almışsam, ki ciğerlerimde bir aksama var mı yok mu bilmiyorum görmüyorum, onu da karın şişkinliğinin ciğere baskısına sayarak bir sabahı daha getirdim.

Artık rutin oldu. Ne kadar yatarsam yatayım, toprağına düşkün bir köylü gibi ezan vakti güne kalkıyorum. İşe koyuluyormuşum gibi ikinci bir çabayla az daha uyumaya çalışıp sabahın 8’ini geçince yeniden uyanıyorum. Bunu da kuşluk vaktine istirahat arası sayıyorum. Gücüm geliyor.

Bugün sol kürek kemiğimden omuz ucuna kadar kaslar feci ağrıyor. Dağın başında derme çatma bir karakol gibi gövde. Her gün vücudumun ayrı bir köşesinde bir çatışma, sızmaya karşı tüm imkânla direniyorum gibi. Hangi taraftan geliyor ateş görmüyorsun. Gizli düşman farklı siperlerden zorluyor. Gözün bir şey görmüyor. Sadece değdiği yer acıyor. Kundağına sarılacak bir silah değil, ruhun sağlamlığı testinden kendime verdiğim geçer not kurtarıyor hâli.

Akşam oldu. Nefesimi alırken iç çekişim sanki ciğerimde sığ düşüyor. Bir yandan sırt ağrısı. Üstüne öksürük de başladı. Hastanedeyim! Tomografi, kan testleri, serum, kan sulandırıcı, antibiyotik ile hastane acilinde geçen birkaç saatten sonra tekrar evdeyim. Bir dünya ilaçla geldim eve. Yedi iklim, yedi farklı ilaç. Kendimi iyi hissediyorum. Fakat akciğerimde korona var, zatürre de başlamış artık biliyoruz. Olsun. Bu kadar ilaçla mikrobu kıracağız. En rahat uykumu uyudum bugün.

____________

26 Aralık 2020, Cumartesi.

Korona cephesinde 5. Günüm. Karantinanın 4. günü.

Sabah, üstümde bir hafiflikle kalktım. Kendimi dinleyince bir tek sol kürek üstünde yüzeysel bir ağrı var. Bugün, göbekten kan sulandırıcı bir iğne yaptım kendime. Öyle kocaman şırınga değil. İğnesi topu topu bir (1) cm eder. Sıvı hacmi de sadece 0,4ml, Oksapar. Evde tek olunca, dışarı çıkmaya imkân da olmayınca mecburen böyle bir tecrübenin sahibi oldum. İyi oldu. Askerlikte kendine iğne yapmayı neden öğretmiyorlar bilmiyorum. Milli Savunma Bakanlığı bunu müfredata almalı. İşte hepimizi kendiyle meşgul eden görünmez bir düşmana karşı ortak bir savaşın içindeyiz ve koşullarında mücadele tarzı tek kişilik olabiliyor. İlle de bombaların sağanağı mı harp?

Sırtım ağrıyor. Çok fena. Dün soldan, bugün sağdan sağdan… Yukarı doğru uzuyor bir yol. Genel halim hissiyatım: canı cananı, eşi dostu sırtımda taşıyacak kadar güçlü. Ağrıya dayanıyorum fakat ciğerimdeki gedik büyüyor, sanırım. Yine akşam, ağırdan ağırdan başladı yine öksürük… Sırtım yarılıyor. Belime doğru bir basınç. İçime attığım soluk kısa düşüyor. Hastane yolu kesin. Neçe geçer zaman, hastaneden ne vakit dönerim bilmiyorum. Sıradan, sağlıklı bir günün sorumluluğuyla etrafı topladım. Ağrının zirvesini, Emleri, Kaçkarı görmüş sırt çantamı hazırladım. Üç beş parça zaruri çamaşır giysi… 3 kitap. Can boğazdan geliyorsa, cana geleceğim kesin. Yalnız hastanede yemekler nasıldır hiç fikrim yok. Çantama bir poşette isot-sumak karışımı, üç beş limon ve abimin bilmem hangi dağdan getirttiği harnup pekmezinden bir kavanoz atmayı da ihmal etmedim. Hasta yemeklerinin tadını tuzunu az çok biliyorum. Bol samırsaklı ıspanak yaptım kendime, yedim, karnımı doyurdum. Yarasın bana. Sırtım kesiliyor. Dipten dipten öksürük yokluyor. Sağa sola virüslü tükürük zerrecikleri değer diye maskemi de takmışım.

Kombiyi kapattım. Çiçeklerimizi suladım. Pencereleri kontrol ettim. Sırt çantamı kaptım, yol acil serviste bitecek. Çantamı alırken Atsız’ın Çanakkale’ye Yürüyüşünde bahsettiği tavrı geldi aklıma. Düşman kapıya dayanmış. Tam yatak odasının penceresine kapalı mı diye bakıp ışığı söndürecektim, yataktaki iki yastıktan birinin yeri boş duruyordu onu farkettim. Ben o yastığı geçen Pazartesi oturum odasına almış karantina için kurduğum köşeye atmıştım. Hastalıkta, ilk kez ruhumu ezen boğucu bir duygu hissettim. Yeri boş bakan yastığa bakıp duygusal bir ana takıldım. Kendi kendime sordum: Nereye gidiyorum? İnsan, canyoldaşını, ailesini, yoldaşlarını terk edip gider mi? O an…Yusufu bir kuyudan çıkarıp kral yaptı Allah! Küçülüp büyüdüm. Kaşlarımı çattım, sırt çantamı omuzuma attım, kapıdan çıktım. Canı değil, cananı kurtarmaya bu gidiş. Öylece, içten içe çöken anlık bir ruhsal buhranın tesirinden sıyrıldım. Hastanede, acildeyim. Olayı bağlayana kadar, endişe verici durumlarda tereddütsüz 112yi aramak hususunda Sağlık Bakanlığımıza bağlı çalışan hasta takip birimlerinin, doktorlarımızın, yiğidomuzun yönlendirici ve nazik tutumları kesinlikle hep aklında.

____________

27 Aralık 2020, Pazar.

Korona cephesinde 6. Günüm. Karantinanın 5. günü.

Dün gecenin bir kısmını acilde geçirdim. Hayatımda ilk defa bu gece, harici bir aparatla oksijen takviyesi aldım. Hiçbir olumsuz düşünce nüfuz edemiyor. Geçeceğine, atlatıp iyi olacağıma inanıyorum.

Acilden bir odaya geç, yerleş derken geceyi yarısından aştık. Odadan neresi gözüküyor deyip dışarı baktım. Seviye olarak aşağıda kalan geniş bir damın üstünde otobüs maketi sandığım karaltılar gördüm. Bunların yan taraflarında sıra oluşturan çizgiler veya kısa direğe benzeyen beyaz gölgeler vardı. O alanda herhalde tatbikat yapıyorlardır sandım. Ne tatbikatıysa, kimse de sormuyor :))

Sabah oldu. İçeriyi havalandırmak için pencereyi açtım. Gece gece tatbikat alanı ve otobüs maketine benzettiğim şeylerin üçgen alınlıkları olan bölmeli havalandırma bacası olduğunu farkettim. Sonra kendime bir güldüm bir güldüm. Halbuki ilk gördüğümde bende uyanan intiba, o alanın psikolojik sorunu olanlar için bir tatbikat bir rehabilitasyon sahası olma ihtimaliydi. Psikolojime bir daha güldüm, kendimden ve gecedeki halimden ve yanılsamalarımdan çark ettim.

Bugün 4 saat kadar uyudum. Ortalık henüz aydınlanmaya yakın, kapıya vuruldu. İçeriye mavi önlükle giren birisini gördüm. İnce uzun hasta sehpasında bir köpük tabildot duruyor. Hadi bakalım kahvaltı vakti. Evde olsam bu halimle en erken 8 buçuğu bulur, bir kupa dolusu tarçınlı ballı sütle kahvaltımı yapmış olurdum. Şimdi, hastanenin ilk çayında şifa arayacağım. Sıcak sıcak, özlemişim. Testin pozitif çıktığı günden bu yana ilk kez çay içiyorum. Vücutta çay, demiri öldürüyor; korona da demirsizleri güldürmüyor. Essah yalan bilmem, sırf bunu düşünerek içmemiştim.

Tek kişi kaldığın karantinada, abluka altında attığın her nefesi düşünüyorsun. Her ihtimale bir işaret bağlıyorsun. Kendini unutuyorsun. Yarını kucağında sallıyorsun. Ruhunu salmıyorsun.

Güneş açıldı, iyice saçıldı. Akşamı ettim. Penceremden arada bir Hırka Dağına bakarak, bir kulaklık ve müzikle, bir de yanı başımda sallanan oksijen hortumuna arada bir uzanarak günümü geçirdim. Çok şükür, dün yıkıntıların ağırlığında eziliyormuşum hissi veren sırt ağrım geçti bitti sayılır. Seyrek seyrek öksürük atıyorum, hepsi bu şimdilik. Bilmiyorum, Mucomax da öksürük nedeni olabilirmiş.

Akşam yemeğim geldi. Hastane görüp, tatmış olanların tahmin edeceği gibi bildiğin hasta yemeği. Allahtan, evden çıkarken çantama attığım şahane Şanlıurfa isotu ve sumak karışımı baharatım var. Bir de limon. Tabiki bunların hiçbiri lüks değil. Temel tatlarımız, hepsi o! Nihayetinde yemeğime tat geldi, belki böyle böyle can geldi.

Eşim, kızım bebişim, anam babam kardaşım, dostlarım yakınlarım, halim hatırım derken günü devirdim. Karanlık çöktü, gün geceye döndü, ışıklar Sulusaray taraflarında yandı söndü. Odamda fikir yürüdü, fikir bedene büründü. İstirahat devam ediyor.

____________

28 Aralık 2020, Pazartesi.

Korona cephesinde 7. Günüm. Karantinanın 6. günü.

Geceden uzaklaşırken 01’i az bir zaman geçe ışıkları söndürdüm. Gözlerimi kapattım. Işıkları tekrar açtığımda, gözlerimi açtığımda sabah ezanı yeni bitiyordu.

Uyandım, her iki kolum birden uyuşuk. Kendimi doğrulttum. Yatağa yaklaşık 90⸰ derecelik bir açıyla oturdum. Bağdaş kurdum. Biraz nefes egzersizi yaptım. Bunu fırsat buldukça yapıyorum zaten. Ellerimi parmaklarımı açtım kapadım. Bir süre sonra omuzlarımdan bileklerime inen uyuşukluğu attım. Elimi yüzümü yıkadım. Aç karnına içilen tek ilaç var, mide koruyucu Nextstep. Bir tane attım. Yatağa uzanayım dedim. Çok geçmedi, 7’de kahvaltı geldi. Olağan yaşantıda en sık içtiğimiz çay olunca sabah sabah şu bir bardak çayın kıymetine yetecek yok. Ne keyif! Sonra bir dilim peynir, 6-7 siyah zeytin, bir tane de piknik tipi küçük tahin pekmez… Üstüne harnup pekmezinden cila çekeceğim.

Yeme içme faslını sabah, diğer dört ilaçla kapattım. Pencerenin bir gözünü kındırdım, hafiften araladım. Zaten, bir karıştan fazla açılmıyor, emniyet kilidi var. Yatağıma girdim. Hava bugün kapalı. Erenlere bir yol, Hırka Dağı vakur duruşuyla kasveti dağıtıyor, havayı durultuyor.

Kaç gündür, burnum boğazım ıslak hissini vermiyordu. Bugün ilk kez, boğazımda oluşmaya başladığını belli belirsiz hissettiğim balgamı öksürerek sökmeye çalışıyorum. Öğlen yemeğimi yedim bitirdim. Yarasın diyerek, sünnetçi gelenekle ziyan etmeden, silip süpürüyorum geleni. Yemeğin üstüne kendime bir de kıyak yaptım. Limona isot-sumak ekeleyip yedim. Burnum açıldı.

Karşı duvarda, kocaman TV var. Bu odaya girdim gireli henüz bir kere açtım. Hangi kanallar var ona baktım. Kuşku yok, ruh TVsiz daha dingin. Fikir senin fikrin. TVnin psikoljik olarak insanı kendiyle sınırlayıp bencilleştirdiğini farkediyor insan. O yoksa, kendini kendinden alıp toplumun önüne atıyorsun. Artık insanlığın oluyorsun. Kalabalığın içinde dolaşıyorsun. Dolayısıyla bir yandan yazmaya bir yandan kitap okumaya çalışıyorum. Kendini meşgul etmeyen, hasta ortamında hastalığını uzatır kesin. Okudukça, gözlerini tavana veya duvara kaçırdıkça… fikrin fikrinden çıkıyor. Alemi gezip, ruh huzura bakıyor.

Tavsiye üzerine artık yüzü koyun yatarak ara ara ciğerleri dinlendirme, ciğerin yükünü azaltma alıştırmaları yapıyorum.

Daha yazasım yok bugün. Yatıp, sabaha kadar uyumalı. Kalkmalı yeniden.

___________

29 Aralık 2020, Salı.

Korona cephesinde 8. Günüm. Karantinanın 7. günü.

Tam olarak geçen Salı, sürüntü vermiş kendimi içeri kapatmıştım da ev nöbeti başlamıştı. Bugün, bir hafta doldu. Hastanede 3. sabahım. Hz. İsanın doğduğuna inanılan gece, Noel gecesinde, geldim. İşte milada yol alıyorum. Geceyi ve sabahı ardarda bir hesapla dizen Allaha şükür, ruh halim sabırlı halini muhafaza ediyor.

Söylendiğine göre, bugünden sonra vücudumdaki CoVn19 virüsü başkasına bulaşma özelliğini yitiriyormuş. Bende olacak fakat başkasına bulaşmayacakmış. Doğrusu, daha önce buna benzer zaman ayarlı 7 günde kendini etkisizleştiren başka bir virüsün varlığından hiç haberim olmamıştı. O yüzden bu durumu tuhafsamıyorum desem yalan olur. Hayır o değil, madem 7 günde bulaş riski yok oluyor karantina niye 10 gün?

Dün gece, iki kez uyandım yattım. İkinci kalkışımda saatin 04:20 olduğunu hatırlıyorum. Sonra, sağlam uyumuşum. Ezanı duymadım. Kahvaltımı bırakıp gitmişler, görmedim. Günde bir kez kahvaltıda gelen çay bugün yok yani. Var ama soğuk. İçilecek gibi değil. İçmedim. Bir ara hemşirelerden rica ederim artık. Hastane çalışanları çok yardımcı, kibarlar da.

Düne kadar, dezenfektandı kolonyaydı derken ellerim jilet kesiğine dönmüş kendiliğinden kanıyordu ki sade bir ricama, Çardaklıymış, hemşirelerden birisi zeytinyağlısından bir tüp kremi bırakıp gitti. Bir bardak çayı da esirgemezler. Sanırım insanları iyileştiren sağlık efradındaki nezaket ve merhamet. Dünyanın en cesurları da sanırım sağlıkçılar. Yürekleri olmasa, yürekli olmasalar para maaş bir insanı insanlara, insanlığımıza nasıl böyle bağlasın!

Yatağım pek rahat değil. İçime sığamıyorum gibi geliyor. Galiba iyileşiyorum. Sabah, sol omuz altımdaki kaslar ağrılıydı geçti gitti o. Sadece belim ağrıyor. Olsa bir türlü olmasa iki türlü. Kağıttı, kitaptı, telefondu yakın mesafedeye bakarken gözlerim sulanıyor. Durduk yerde gözüm yaşarıyor. Duygusal bir akıntı değil bu tabiki. Karantinanın ikinci günündeki gibi göz kapaklarım huzursuzlanıyor. Sonra kapakları gözlerimin üstüne indiriyorum, kepenk kapatır gibi tatil ediyorum. Herhalde yatakta iki büklüm kalmak da kalçalardan ağrı çıkarıyor başıma. Durgun yatış tansiyonuma da yansıyor, 9’a 5. Yine de elimdeki kitabı okuyup bugün bitirmek istiyorum. Dinle Küçük Adam bitti. Saat, 23:35. Hem kitap bitti hem gün. Şimdi uyu ki sabah olsun.

___________

30 Aralık 2020, Çarşamba.

Korona cephesinde 9. Günüm. Karantinanın 8. günü.

Gece iki sularında kalktım, yattım. Hatunumdan mesaj gelmiş. “Uyudun mu?” Evet uyumuşum. Şimdi uyanığım fakat ben uyanana kadar geçen sürede O da uykuya dalmış olmalı. Yattım. 5’ten sonra tam olarak uykuya dalabildiğimi söyleyemem. Bir ara yüzükoyun döndüm. Uyanığım. Lakin yatağa gömülmüş bir vaziyetteyim. Kapı çaldı. İstifimi hiç bozmadım. Hava karanlık. Koridordan içeri düşen ışığın loşluğu neyse hepsi o. Bu saatte bir tek kahvaltıcı bir de kahvaltı gelir. Az durdum yatakta kaldım. Yok yok, çayımı soğutmayayım. Saat 7ye 10 var. Birazdan ezan da başlar. İşte gün başladı.

Bir vakit, bakıp da “işte benim ilahım” diyerek Hz. İbrahim’in yöneldiği Ay parlıyor. Günün ışığını beklerken, ışığından alıp geceye karan şamdan sallanıyor. Çat üzerinden salınıyor. Ne güzel doldurmuş kendini, dolmuş dolunay olmuş. Şavkı, Hırka Dağının güney yamaçlarına düşüyor. Karanlıkta kalana ocaklar ölçeriyor. Hesapsız kalana muhasip…

Bu virüs, vücudunda cepheyi açtı mı öyle kolay kolay da gitmiyor heralde. İkindi vakti başımda gene ağrı var. Sabah 10-6 olan kan basınç değerlerim 14-9. Hava doyumum (O2 satürasyonu) iyi. Karın şişliğim berbat. Bazen patlayacak gibi hissediyorum. Daralıyorum. Bu yüzden odanın içinde sağa sola adımlamak tek çare. Bir yığın ilaç alıyorum. İlaç bahanesiyle, bol su içiyorum. Sonra su şişiriyor.

Öyle böyle derken gün geçip gidiyor. Sabah başladığım ikinci kitabı da yarıladım sayılır. Leon E. Halkın. Tarih Tenkidinin Unsurları, TTK Yayınlarından…

_____________

31 Aralık 2020, Perşembe.

Korona cephesinde 10. Günüm. Karantinanın 9. günü.

Bir hışımla gelip geçtiğini sandığım kahvaltı servisinin tıkırtısına uyandım. Bugün çay yok maalesef. Süt de çay gibi sıcak gelse enfes olurdu.

Bugün 31 Aralık. Dünkü dolunay bir gün eskidi. Fakat görüntüsü yine dopdolu. Ay ayın eskisi, yıl yenisine dayandı. Yeni yılın arefesinde gün doğumu öncesi Ayın batışını izlerken ahan da zamana umudu sarıyoruz. Cüneyt Arkın’ın Dünyayı Kurtaran Adamı çektiği cihetin ufkundan gidiyor Ay. Tamam diyorsun, dünyamızı gün ışığı kurtaracak, dünya kurtulacak bu musibetten. Cüneyt abinin hatırası kurtarıyor hayali. Şamatadan sıyrılıp, mahallenin seveceni bir varoş olup çıkıyorsun. Ödemeler, faturalar, dönmeyen su saati, ısıtmayan elektrik geliyor aklına. Tüketiyorsun. harcadığın kadar harcadığının parasını denk getiriyorsun ödüyorsun. Tüket diye ürünü ayağına getiren hizmet neyse bedelini veriyorsun. Tükettin diye bir daha bedel veriyorsun. Restorana gidiyorsun. Bir kase işkembe yiyorsun parasını veriyorsun. Yemeğin bedelini vermen yetmiyor, restorancılar “yemeği yedin” parası alıyor bir de. Yediklerinin işkembeden geçecek olmasına da ayrı bir hesap kesiyorlar sonra.

Mahalle arsasında, rezidansa çıkmayan o sokakta ocakta aş kaynasın diye kaç hayat kaynıyor arada, görmüyoruz arkadaş! Davul tokmağında kasal kasal bağıran  nefsin gümbürtüsü sahurda aç yatanın nefesini bastırıyor, yavaş.

Bugün kan aldılar. Tahlil yapılacak. İçimde bir kuş pır pır ediyor. Dışarıda hava hoş, belli. Yeni yıl mesajları da düşmeye başladı. Bunca keşmekeşin ortasında sırıtan manzaraya bakacak olursan, en kötü duyguları kuşanmış sandığın kişilerin bile aynı nakaratla seranat yaptığına şahit oluyorsun. Duruyor duraklıyorsun. Bizi kuşatan böyle bir iyilik ruhu varsa şeytanın azabı neden bunca çetindir diyor soruyorsun kendine. Kurutursa öfke, kurtarırsa nezaket kurtaracak Dünyayı. Sıcak bir merhaba. İyiliği takdir etmemiz kurtaracak kendimizi. Bir ananın bir babanın ellerinde kanat çırpan çocuğuna bakarken büyüttüğü merhamet tutacak bendimizi. Sonra yerinden kalkıp fırlayacak o çocuk. Kendisini sıvazlayan merhametin ve yürekten bir sadakatin hatrına ateşlerde yürüyücek. Beşerin sırrından nasiplenerek. Hiçbir şeysiz. Her bir şeyle…

Az önce doktorum geldi. Dr. Hediye Hanım, Dr. Necmi Bey, Dr. Ayşe Hanım, Dr. Özlem Hanım ve şimdi Dr. İbrahim Bey… Beyaz önlüklüler, yeşil önlüklüler, mavi önlüklüler, lacivert önlüklüler… Korona cephesinde siper açan kahramanlar! Kendi dertlerini rafa koyup, nöbetleşe dert savma mücadelesi veren, sağlık ordumuzun cengaverleri! Her sabah, namaz vakti kapıya dokunup kahvaltı tabildotuyla içeri dalan arkadaş. İçimdeki düşmana birkaç atım tablet ve bir şırınga için, siperlik ve türlü koruyucu giysinin altında ter döktüğünü gizlemeye çalışan hemşire. Yerleri, pervazları, sağı solu kapı kollarını silmekle imanımıza iman katan kat görevlisi!

Ey din ayet işleri. Şehitlik bir üniforma meselesi ise eğer, işte renk renk! Beyaz, yeşil, mavi, lacivert. Birisi en arı, birisi en umutvar… Böyle bir zamanda, oğullar analarına kızlar babalarına sokulamadı ayrı kaldı, korku ayyuka çıktı da canı sağaltan bunlar. Solup giden bir canı hayata bağlamakta mahirce yarışmayı, ayrılığı unutup kavuşturmayı, sevincin boyası tutsun diye ölüme astar atmayı sanatlaştıran bu ordunun vefalı erlerine, kızlarına, astına ve üstüne hakkını verip yitirdiklerimiz için ne zaman şehit diyeceğiz?

Bir canın tutunduğu dal olmak, bütün dallarıyla bir ağacı büyütmek değil mi? Hangi ayetti o? Maide, 32 değil mi! Akıl erdirince, yeryüzünün hırsından sıyrılınca orada ideal hayat felsefesini görüyorsun. Yol açarı… İki ucu sihirli bar! Kavrayarak tutana bir mana. Bir ucu fesatın ve zalimin yüzünde şaplayan şamar, bir ucu düşkünü kaldıran el. Neresinden tutsan insanlık kurtuluyor. Gelgelelim, böyle zamanlarda dahi, sağlık ordusunun neferlerinin dayandığı cefaya biçtiğimiz kıymeti, para pul nispetinden öteye geçiremiyoruz. Yazıktır, ziyandır.

Kim ne diyor, rüzgâr dışarıda hangi taraftan esiyor bilmiyorum. Hastane odasında ben, benim içimde bir ben, yitirdiğimiz sağlık emekçilerinin aşkına ve hatrına koca bir şehitlik dikiyorum. Kalem yazarken, beyaz kağıt tutuşuyor. Susturmasın diye Allaha gönderdiğim iç duam duyuluyor, huyum kuduruyor, büyüttüğüm insan hırçınlaşıyor. Bir baş iki göz kendi omuzlarıma biniyorum.

Sen de aklımdasın yüzbaşı Ramazan! İdlibin bilmem hangi istikametinde çocuklarına sardığın 4 buçuk aylık hasretin kertiğini sesin ekrandan düşerken hissettim. Aklımda gözlerinin güldüğü… Tehlikeli oyunların ortasında Gördes düğümü ellerin, toprağı tutuyordu, beni…

Seni de unutmadım körpe kuzunun babası. Yıkıntıların arasında kör kurşuna PÖH PÖH kaş çatarken ölmek, dokunma yanarsın havasında içine kapanan insanlığın şu zamanındaki sağ kalışı kadar basit ve sıradan değildi.

Sen, ey pazaryerinin dulda yerinde üçbeş demet yeşil ota hayatı bağlayan kadın. Ellerin soğuktan çatlamış. Kadınca duyguların yok mu senin? Kremin yok mu? Çatlaklarını limon suyu yumuşatıyor.

Mahallenin delikanlısı! Bir dal sigaranda âlem tutuşur. Varoş deyip, mahallenin kıyısından geçenler bilmez içinde savrulan çocuğun masumluğunu.

Hasta odalarının duvarına çimento kum, harç karan emekçi! Gece vardiyasını, geçinmek hesabıyla bitiren bekçi! Tren garında ilk seferini bekleyen makinist! Hayatının en güzel zamanlarını, bulup bildirmeye adamış bilim insanı!  Çaresizlik her insanı bulur. En az bir kere vurur. Sen, istemeden göç yollarına umudunu koşan, yurdundan çıkarılan, bağını barkını cellada bırakan mülteci! Malzeme bolluğunda ne yemek pişireceğini bilemeyen hanım kız. Bir parça erzaktan birkaç kalem aş çıkaran kadındır anası! Serde erkeklik, dünyayı sırtına kuşanan adam. Hey babam hey!

Size de bir onur anıtı yüceltiyorum.

Arz-ı endam eden, arşı yakın eyleyen güzelliğin sâliki! Medeniyet tantanasında rezil ettiğin insanlık sevgiden ve muhabbetten medet umuyor. Yeni yıl kutlu olsun.

Gece yarısında vakit 2021 hesabına yazmaya başladı. Ne diyeyim, ne dileyeyim? Çaresizlere çare, ümidi tüketenlere müjdeli bir haber…

__________

01 Ocak 2021, Cuma.

Korona cephesinde 11. Günüm. Karantinanın 10. günü.

Hastanede 6. sabahım. Yeni yılda ilk günüm. Sanıyorum, yeni yıl gecesi vesile oldu bugünkü kahvaltı 8’de geldi. Yeni yılın yeniliğine adına yakışsın diye kaldırdım sıcak çayımı. Mis!

Halet-i ruhiyem, babamı kucaklamak için ateşte yürüyecek kadar dik. Hastalık ağrısı hissetmiyorum. Bir omzuma babam düşüyor. Yüksek tansiyon, beyin kanaması, sağdan inen insafsız felç geldi de üstüste geldi kesti seni canım. 87 yılı deviren çınar, evimizin başbuğu! İlk defa sesimi tanımadın baba. Babalar oğullarını bir tek ölünce tanımaz. Sabret, canıma can! Deliçayın bahar suyundan geçerken omuzladığın bu çocuk dur hele sırasını alsın, kucaklasın seni. Kalkacaksın yörüğüm, kalkacaksın. Yayla havasında kendimizden geçeceğiz gene.

Rahman ve rahim Allahım! Anamız babamız büyütüp yürütürken bize nasıl şefkat gösterdiyse sen de onlara şefkatinle merhamet et. Ağrılarını sızılarını dindir, yüklerine bir hafiflik ver. Üstümüze sabır yağdır, ayaklarımızı yere sağlam bastır.

Yelkovan mı tersine dönüyor, akrep mi uyuşuk! Zamanın nazlanışı aşık usandırıyor bugün. Güç bela akşam oldu. Yemek geldi. Gündüzden kalma son bulutlar bakır rengine büründü, kızarıp bozarıyor. Uzakta mizan, hastane bahçesinde izan… Boş durmak başa bela. Oku da dağılsın kasvet. Okudum, okudum. İkinci kitabı bitirdim, üçüncüye başladım. Uykum da hergünkünden daha erken, daha ağır çöktü. Işık, efekt, motor! Sarsın yeni yılın ikinci günü. Sabah olsun, hayrolsun.

_________

02 Ocak 2021, Cumartesi.

Korona cephesinde 12. Günüm. Karantinanın 11. günü.

Hastanede yedinci sabahım. İkinci kezdir, kahvaltı 8de geldi. Ezanla gelişine alışmıştım oysa.

Hava bugün parçalı bulutlu. Hırka Dağının başından aşağı koyu bulutlar düşüyor. Kadrajımda, yakınlaştırıp da hareketini göreceğim tek yaprak yok. Yaprak kıpırdamıyor. Zorunlu tatil, kısıtlama nedeniyle hastanenin kuzeye bakan bu yakasında nerdeyse hayat belirtisi yok. Fakat Dünya dönüyor. Biliyorsun. Yarasın diyorsun, öyleyse! Değsin bu durgunluk tabiatın canısına, canlısına.

Öğlen yemeğimi yedim. Üzerimde, sıkça hissettiğim şişkinlik hâkim. Sağa sola yürüyorum. Köşeden köşeye dönüyorum. Telefon geldi. “Hazırlanın, taburcusunuz”. Son verdiğim kan tahlilleri iyi sonuç verince hastanede kalmayı gerektirecek bir durum kalmadı. Akciğerin görüntüsü de temiz, daha n’olsun!

İkindi vakti, 4ü geçe çıktım. Hava güneşli, müthiş! Doğru eve… Karantina devam ediyor. Hastane temaslısı olunca 14 güne tamamlamak zorunluymuş. Yoksa daha karantina başlarken, ilk aramada 10 gün demişlerdi.

Eve girer girmez, iş başa düştü. Önce, çıkarken suladığım çiçekleri yerine koydum. Kullandığım çarşafları, örtüleri makineye doldurdum. İlk başta renkliler. Arkasından beyazlar. Allahım ya, ne büyüdü gözümde… Bir de yemek yaptım. Hastaneye gelen o tatsız şirket yemeklerinden sonra, of of!  Gel gör ki yatmakla geçen bir haftadan sonra ağır bir idmana girdim sanki. İşten sırtım başım ağrıdı. Sekiz gündür banyo yapmayınca sıcak suyun altına girdim, çıkmak bilmedim. Hafiflikten uçuyorum. Kendimi köşeme attım. Saat nerdeyse iki oldu. Babamın gittikçe kötüleşen haline bir çare, en büyüklerimiz ablama abime bir de anama destek bir kol olacak diye iki kardeşim de yolda. Kaç gündür uyumayan babam uyumaya başlamış bugün. Benim için de ne büyük huzur. Saatimi kurdum, yatıyorum. Daha rahatım, ruhum dingin, sakin. Uyumuşum.

_________

03 Ocak 2021, Pazar.

Korona cephesinde 13. Günüm. Karantinanın 12. günü.

Gözlerimi açtım, saat 07. Su içtim, telefona gelen bildirimlere baktım, 5 dk.’ya geri yattım. Ama saatim kurulu, 8’e 10 kala çalacak kalkacağım. Hastanedeki disiplini, ayarımı korumak istiyorum. Alarm çaldı. Kalktım. Kahvaltımı yaptım. Çayımı içtim. Yalnız bu kez, çayımı soğutmadan içmek endişesi duymadan içtim. Çünkü farkındasın, bir karton bardakla kendini sınırlamak zorunda değilsin.

Evdeki karantinam devam ediyor. Eğer hastaneye girip çıkmamış olsaydım, karantina 10 günde bitecekti. Uzatma verdiler, dört gün uzatma. Ondört günde bitecek kapanma. Hastane kuralları gereği 06 Ocakta serbestim.

Elif Markete sipariş verdim. Sağolsun muhtarımız, istediklerimi marketin atom karıncası Fatihle yolladı, daha önce de yolladı. Yemek, müzik, telefon ve dinlenmeyle geçti günüm. Sanırsam 20 yıl oldu, onca zamandır yeniden ikinci kez yoğurt çaldım. Şükür, babam da iyi görünüyor, telefonda konuştuk. E tabi ben de daha iyiyim. Ben hariç tüm kardeşlerim annemle babamın yanında. Herkes mutlu, babam toparlıyor inşallah.

________

04 Ocak 2021, Pazartesi.

Korona cephesinde 14. Günüm. Karantinanın 13. günü.

Saat 02yi geçti. 21’den sonra nerdeyse 2 saat kestirmem ilaç etkisi yaptı anlaşılan. Uyuyakalmışım. Kalkmalı, yeniden yatmalı. Taze bir sabahla zamana tutunmalı.

Sabahı oldu. Çok şükür ağrım sızım kalmadı. Ayakta fazla kalırsam bel ağrısı, hepsi bu. Pencereyi açtım. Bozkırın serinliği, havanın zerafeti ciğerden ciğerden işliyor, öyle hoş geliyor! Uçmak için kanatlarına hava doluyor sanki. Bugün erkenciyim. Ezanı duydum ve kalktım. Daha da uyumam. İlahi bir monolog geliştirdim. Bir de mutfaktan limonlu sıcak su alıp getirdim. Fikrin peşindeyim.

Bugün Pazartesi. Mersinden döndüğüm iki hafta önce bugündü. Salıya bağlandığımız geceyi ateşle suyla geçirmiştim. Bir de o bel, sırt ağrısı.

Yemekti, içmekti derken; dinlenirken müzik dinlerken, dünya telaşında bir günü daha bitirdik. Artık ufaktan ufaktan, yazdığım günlüğümü müsveddeden bilgisayara geçirmeye başladım.

__________

05 Ocak 2021, Salı.

Korona cephesinde 15. Günüm. Karantinanın 14. günü.

Bugün boynumun solunda kötü bir ağrıyla uyandım. Galiba terlemiş soğumuşum ve boynum tutulmuş. Başımı yanlara çevirdiğimde omzumdan aşağı kıtır kıtır sesler geliyor, berbat.

Her gün olduğu gibi 8den önce uyandım, kalktım. Kahvaltımı yaptım, ilaçlarımı aldım. Gün başladı, güne daldım. Yarın, kızıma ve hatunuma kavuşacağım. 25 gün oldu. İlk defa bu kadar uzun oldu. Babam iyi, ben iyiyim, en yakın halkada herkes iyi. Mutluyum, umutluyum.

Korona cephesinde uluslararası mikroba karşı mücadele bitmiş değil. Yine de şahsi olarak, bugün tek kişilik siperimden çıkıyorum. Siperi boşaltıp normale dönerken yanımda günlüğümü de getiriyorum. Korona cephesinde günlüğüm.

___________________________________________________________________

___________________________________________________________________

Kullandığım İlaçlar

Testten önce elimin altındakiler. Etolax, Benexol B12, D-Colefor, Parol 500mg, A-ferin 650mg. Testten sonra:  Favimol, Favicovir,               Decort 4mg, Leonat 500mg, Parol 500mg, Tera-D3, Predenol 16, Maxcon, Mucomax 400mg, Oksapar Enoksaparin ve diğerleri.

Tecrübeler

  1. Ruhunu canlı tut. Hayat devam ediyor, edecek.
  2. Yaradığını düşündüğün ek gıdalardan ye, iç.
  3. Canlı ve neşeli müzikler dinle. Ya da anlamadığın dillerde çalınan müzikleri.
  4. TV ile çok fazla zaman geçirme. Kötü örneklere maruz kalmaktan alıkoyar. TV yalnızlaştırır.
  5. Zamanını kitap okuyarak geçirmeye özen göster. Zihnini meşgul eder.
  6. Korkma, korona oldun diye ille de ölmezsin. Virüs bulaşanların %80i hafif atlatmış.
  7. Kendine güven.
  8. Bir sürü insan virüslü olduğuna ihtimal verip yine de testten kaçıyor. Toplum içinde dolaşıyor.
  9. Tedbir sensin.
  10. Doğal olarak kanıksadığımız kanserin bile nereden bela olacağı belli: Gırtlak, akciğer, prostat vb. Bu virüs, başkasına benzemiyor. Çok saldırgan. Nereden geleceği, nasıl gelişeceği kestirilemiyor. Pıhtı attırabiliyor, inme indirtebiliyor, kriz geçirtebiliyor, kalbi sektirebiliyor, havasız bırakabiliyor vs…
  11. Korkma, sadece ciddiye al.

 

Öneriler

PCR CoVn19 testiniz pozitif çıktı mı zaten yetkili kişiler sizi yönlendiriyor. Yine de:

 

  1. Evinde veya elinin altında her zaman 1 tabanca tipi ateş ölçer, 1 de parmak ucu tipi O2 hava doyumu (oksijen satürasyonu) ölçer aletin olsun.
  2. Evinin bir köşesinde veya elinin altında sefere hazır bir sırt çantan olsun. İçinde diş bakım seti, dikiş kiti, bir kalem, bir çatal kaşık, bir bıçak, bir tüp krem, bir kitap, bir küçük kolonya; birkaç parça giysi ve çorap olsun.
  3. Ağzının, burnunun kuruduğunu hissettiğinde ağzını ıslatmak için suyu yudum yudum, azar azar iç. Yoksa tez zamanda problemin şişkinlik olur.
  4. Öksürük başladı mı önce oksijen doyumunu ölç. Sonra 112yi arayıp bilgi ver.
  5. Hava (Oksijen) doyumu %90 ve üstüyse iyisin.
  6. Ateşin 38e dayanmışsa, yükselmemesi için ılık suyla ıslattığın bir mendili havluyu alnından başından koymayı, inatla ateşi düşürmeyi ihmal etme.
  7. Beslenmende isot, sumak, zencefil, zerdeçal, bal, zeytinyağı, nar ekşisi (sosu değil), limon yardımcı olabilir. Burnumdan kuruluğu yüzünden nefes alamadığım vakit zeytinyağlı nar ekşili isot, sumak karışımı açtı yollarımı. Sonuçları herkeste aynı olmayabilir. Mide probleminiz varsa acı midenize zarar verebilir.
  8. İlaç öldürmüyor. Yüzde iki ihtimal insanlar ölüyorsa, virüs öldürüyor. İlaçlarını al.
  9. Aile hekimize, ona ulaşabilecek değilseniz 112’ye veya tanıdığınız herhangi bir doktora danışmaktan çekinmeyin. Doktorlar hem kibar insanlar hem yardımsever… Sağlıkçılara karşı sen de nazik ol! Onların koruduğu gibi sen de koruyucu ol.
  10. Müsterih ol. Hayatta sağlık da var hastalık da. Hastalıklar atlatmak için…

Emeğiyle var edenlere saygıyla…

Sağlıkla

 

Benzer Gönderiler

Bir cevap yazın

All fields are mandatory.